Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

Ahmet Ümit ile eşsiz bir İstanbul deneyimi.

Byzantion'dan İstanbul'a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serüven.Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!

Ahmet Ümit ile eşsiz bir İstanbul deneyimi.

Byzantion'dan İstanbul'a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serüven.Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!

Ahmet Ümit ile eşsiz bir İstanbul deneyimi.
04 Mart 2019 - 11:52

Ahmet Ümit ile unutulmaz bir hatıra Şehrin İstanbul ile harika bir deneyim ‘İstanbul Hatırası’
Yaşadığın şehir özgür değilse, sen de özgür kalamazsın!..İstanbul’un eşsiz coğrafyasının Byzantion olarak anıldığı dönemlerden günümüz İstanbul’una kadar geçirdiği evreler, dönemin olayları, karakterleri, eşsiz eserleri ve bir o kadar eşsiz hikâyeleri ile Ahmet Ümit’in görülmeye değer heyecanı ve anlatımı…

 İstanbul’da yaşayan binlerce insan varken kaçı Ahmet Ümit gibi anlatabilir ki bu şehri? Ya da kaçı tarihi bu kadar seven, İstanbul’a bu aşık, polisiye roman denince akla ilk gelen isimle kitaptaki mekanları, hayatları gezebilir?

Şehrin İstanbul ile Ahmet Ümit’e kavuşmak ve tarih içinde kitaplarla birlikte yürümek asla unutulmayacak bir deneyimdi.

İlk durak her şeyin başladığı, Osmanlı Tarihi’nin buram buram koktuğu ve tarihin yeşille, doğayla birleştiği nokta, olayların başladığı, ilk cinayetin işlendiği, Atatürk Heykeli’nin bulunduğu Sarayburnu’na hakim Gülhane Parkı’nın tepe noktası olan yer."Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul..."  der Yahya Kemal. Tam da o noktadayız. Bir efsane, mitoloji… ama tadı da buradaydı zaten.  Çapkın Zeus, kıskanç Hera, bunlardan nasibini alan ve İstanbul Boğazı’na adını veren alan güzeller güzeli İo, İstanbul’u kuran Kral Byzas’ın annesi Keroessa ve babası Poseidon…

MÖ 667 yılında Kral Byzas’ın Sarayburnu’nda kuruluşuyla başlıyor her şey İstanbul için. Bu yüzdendir ki kitap da burada başlıyor, cinayetlerde. Efsaneye göre Kral Byzas, kendisine yeni bir koloni kurması görevi verilir.Byzas, halkıyla birlikte İstanbul Boğazı‘nı geçerek Khalkedon’a yani bugünkü adı ile Kadıköy’e kadar gelir. Burada Sarayburnu’nun mükemmel konumunu fark edere halkıyla buraya gelir. Dünyanın en eski kentlerinden birinin temellerini atar.Bu yeni şehir, halk tarafından krallarının adı ile anılır: Byzantion. İşte böyle başlar bu şehrin hikayesi.

İstanbul’da tarihi kokusunu kaybetmeden kalabilen ara sokaklarınbirinden geçiyoruz. Topkapı Sarayı’nın o görkemli giriş kapısına çıkan yollar ve Sultanahmet Meydanı… Gezmeyi, öğrenmeyi meslek edinen biri olarak daha önce defalarca gittiğim yerlerdi fakat bu sefer unutmadığım ve asla unutamayacağım en önemli şey Ahmet Ümit’in o heyecanlı, coşkulu ve gür sesiyle İstanbul’a hayranlığı oldu. Bir yazar hemde polisiye romanlar yazan bir yazar nasıl bu kadar tarih sevebilir ve tarihin içinde yaşayabilir diye düşünmeden edemediğim bir geziydi. İstanbul’da yaşama şansı bizimse her toprağını bilmek ve gezmek de bizim olmalı.
Sultanahmet Meydanı ve İstanbul Hatırası bu ikisi yan yana gelince Ayasofya’ya bir göz atmadan olmaz. Romanda ve gezimizde Ayasofya’ya zamanla değişen ibadet ve inanış yönünden değil de yüzyıllarca aşık kalacak birini gördük. Bir İmparator, Jüstinyen ve aşkı Thedora…

Ayasofya Kilisesi’ni yaptırırken kubbesini taşıyan sütunlara aşkının baş harflerini kazıyan bir imparator… Daha sonraki dönemde ise başka bir aşık ve aşkını aslında tek ilan etmesi gereken kişiye edemeyip, yüzyıllarca başkalarına ilan eden Mimar Sinan.

Çok gezdik, dinledik, güldük ve elbette ki acıktık. Bu kadar kültürel bir tarih gezisinde Sultanahmet’de köfte yemek tabii ki de harika olabilirdi. Fakat bu sefer Şehrin İstanbul bize bir deneyim daha kattı ve Osmanlı mutfağının reçeteli yemeklerini DeraliyeRestaurant’ta bizlere sundu. 16.yüzyıldan bugüne kalan sıcacık, süt, et suyu, tane ve toz bademle hazırlanan badem çorbası, asla hayır deneyemeyecek lezzette gemici böreği, Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeleri Şah Beyazıt ve Cihangir’in sünnet şöleninde sofrada yer bulan bir lezzet pekmezli ayva dolması ve nefis bir tatlı… Köklü bir geçmişe, mirasa, geleneklere sahip olan bizler için Osmanlı Mutfağı’nı denemekten aldığım keyifin paha biçilemez tarifi…

Bir sonraki durağımız İstanbul’un 7 tepesinden 2.si olan Çemberlitaş Meydanı ya da Konstantin Forumu ve Konstantin Forumu’nun tam ortasında yer alan, Konstantinopolis’in başkent olması onuruna Roma’dan getirtilen Çemberlitaş sütunu. Tam da burada Ahmet Ümit’in 1500 yıllık bir kültür mirasının üzerinde durduğumuzu söylemesiyle herkesin yüzündeki bir anlık tebessüm bence şansımızı farkına varmamızdan kaynaklıyordu.

Ve son durak İstanbul Üniversitesi’nin ara yollarından çıktığımız Mimar Sinan’ın kalfalık eserim dediği Süleymaniye Camiisi. Çevresinde kütüphane, hamam, medrese, imaret, dükkanlar ve hazire bulunduğu, Süleymaniye Külliyesinin birer parçası olan Süleymaniye Camii. Çevredeki insanların Ahmet Ümit’e hayran bakışlarını atlayamayacağım. Tabii gezinin sonuna geldiğimiz için içimdeki burukluğu da…

Son olarak kitapla ilgili söylemek istediğim birkaç şey var. Kitapta okuyucuyu içine çeken en önemli noktanın gerçek mekanlara bağlı kalarak kullandığı kurgu ve dille birlikte bu tarihi mekanlarda işlenen seri cinayetler olduğunu düşünüyorum. Güçlü bir olay örgüsü, yedi sayısı, Başkomiser Nevzat, Komiser Ali ve Zeynep gizemli bir labirentin içinde geçmişin izlerini sürüyorlar. Her cinayette bir hareket ve bu hareketin bir amacı var. “Üç kurbanın üçünün de elleri başlarının üzerinde ok ucu biçiminde kavuşturulmuştu.

Ayakları ise okun yaya geçirilen arka tarafı gibi açılmıştı. Yani üç kurbana da ok şekli verilmişti. Üçünün de parmak uçları bir sonraki kurbanın bırakılacağı yeri gösteriyordu.” Belki de uzun süredir dinlemediğimiz Müzeyyen Senar’ı hatırlatması kitapta duygulandığım harika bir bölümdü.

Bir diğeri ise Başkomiser Nevzat ve Efsun bir diyalogu. Başkomiser “Yani iş yaşamının babanızı değiştirdiğini söylüyorsunuz…” Efsun’un ise “İş yaşamı değil, para Nevzat Bey, para…” hemen aklına düşen şey Necip Fazıl’ın ‘İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur…’ der. Ahmet Ümit’in de gezide hatırlattığı ve kimsenin unutmaması gereken bir bölüm…

İstanbul’u tanımak, bir kenti doğduğu günden bugüne kadar bir yazar ile keşfetmek, anlamak, yaşamak ve kokusunu bile hissedebilmek, harika bir gezi harika bir kitap, anlatamadığım hislerim ve çok fazlası. Herkesin bir hafta sonunu ayırarak gezmesi ve şansını hissetmesi gereken bir gezi. Böyle bir deneyim için Ahmet Ümit’e ve bizi böylesine bir yazarla buluşturduğu için Şehrin İstanbul’a en içten teşekkürlerimle…

Reklam
Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Reklam