Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

Şehrin İstanbul ile lavanta hasadı turu

Muhteşem göl manzaraları, tarihin derinliklerinden bir antik kent ve buram buram lavanta kokusu içinde Şehrin İstanbul farkıyla lavanta kokulu köyde lavanta hasadı turu...

Şehrin İstanbul ile lavanta hasadı turu

Muhteşem göl manzaraları, tarihin derinliklerinden bir antik kent ve buram buram lavanta kokusu içinde Şehrin İstanbul farkıyla lavanta kokulu köyde lavanta hasadı turu...

Şehrin İstanbul ile lavanta hasadı turu
18 Şubat 2019 - 11:30

Sabahın erken saatlerinde vardığımız Eğirdir, bizi gölünün harika manzarasıyla güne başlattı. Türkiye’nin en büyük 2. Tatlı su gölünün masmavi suyundan gözlerimizi alamadık doğrusu. Eğirdir’deyken Canada ve Yeşilada’dan geçmemek olmazdı tabii ki.

Önce Canada,küçük bir adacık Başkomutanımız Gazi Mustafa Atatürk’ün Eğirdirziyaretinde kendisine hediye edilmiş bu yüzden bir yapılaşma olmamış. Bir diğer ada ise Yeşilada. Küçük balıkçılarıyla, tekneleriyle ve taş temelli ahşap evleriyle sevimli bir adacık burası da.Ada küçük bir AyastefanosKilisesi’ne sahip. Ancak ne yazık ki kapalı. Yakında bir sergi olmak üzere açılacakmış, görmek lazım elbette..

Daha Isparta’da değiliz desek yeridir sanırım. Eğirdirliler kendilerine Ispartalı demezlermiş, Eğirdirliyiz derlermiş biz de kendimizi daha Isparta’da hissetmedik bu yüzden. Bambaşka bir şehir gibi kurulmuşlar kendi içlerinde, küçük, sessiz, sakin bir şehir…

Eğirdir Kalesi’nin içinden geçip Eğirdir’in merkezine doğru yürüyoruz. Yoldaki eski evler bu kalenin üzerine oturtulmuş, tarihi bir havaları var. Kale oldukça ayakta kalmış, Eğirdir’in simgesi haline bile gelmiş. Kaymakamlığı geçtikten sonra önümüze bir cami çıkıyor; Hızırbey Camii. Eğirdir’İn en büyük camiisiymiş burası. En önemlisi ise kemer üzerindeki minaresiydi bence. Her dönemden bir parça görebileceğiniz minare ve kemer dünyadaki tek örnek olma özelliğine sahipmiş. Aynı zamanda kündekari sanatının en güzel örneklerini de bünyesinde barındıryor.

Bir diğer göle, Kovada Gölü Milli Parkına geçiyoruz. Bölgede birçok göl mevcut ve hepsi birbirinden güzel ve görülmeye değer. Peki neredeyiz biz, neden bu kadar göl var? Göller bölgesindeyiz. Isparta, Burdur, Antalya, Afyon ve Konya’yı içine alan bir bölge. Birbirine yakın büyüklü küçüklü, tektonik oluşumlu birçok göl bulunuyor burada. Acıgöl, Beyşehir, Akşehir Gölü gibi ülkemizin bilinen göllerinin olduğu bölge de biz bu seferlik sadece Eğirdir Gölü’nü ve Kovada Gölü’nü ziyaret edebilirdik.

Birçok tür barındıran, zengin bir floraya sahip Kovada Gölü’nde manzarasından yusufçuklarına kadar görülmeye değer pek çok doğa harikası bulunuyor. Zaten burası I.derece doğal sit alanı ilan edilmiş bir bölge. Havanın artık fazla ısınmasıyla birlikte hem buz gibi suda serinlemek hem de biraz tarihe gitmeküzere Sütçüler’e doğru yola çıkıyoruz. Tarihi Kral Yolu’ndan geçip yazılı kanyona varıyoruz. 

Aziz Paul, Perge’den başlayıp Pisidia Antiokheia’ya giderken bu kanyondan geçmiş, bu yüzden de Hristiyanlar için kutsal sayılıyor. Bir diğer önemi adından gelen yazının olması tabii ki. MS 50 – 138 yılları arasında yaşanEpiktetos, Hierapolis’te doğmuş, Yunanistan’ın Epirus bölgesinde ölmüş, köle olarak Roma’ya gönderilerek azad edilmiş. Bu kanyon’da ise Epiktetos’un “Hür İnsan Üzerine Şiir” adlı yazıtı buranın önemini arttıran bir diğer unsur. Güneş tepemizde, hava sıcak, su mis gibi. Biraz yürüyüşten sonra buz gibi suyla yorgunluğumuzu atıp yemek yemek üzere yola çıkıyoruz. Kiremitte nefis bir alabalık yedikten sonra Burdur’un Ağlasun ilçesine tarih içinde yürümeye, Sagalassos’a gidiyoruz. Gezimizin lavanta hasadından sonra en etkilendiğim kısmı burası.

Antik Pisidia bölgesinin başkenti olan Sagalassos, Helenistik çeşmesi, depremlerden zarar gören fakat gözünüzde tamamen canlandırabileceğiniz tiyatrosu ve restore edilmiş olan büyük AntoninlerÇeşmesi’yle epey merak uyandıran bir kent. Antoninler Çeşmesi, Roma İmparatoru MarcusAurelius zamanında Roma İmparatorluğu'nun prestij göstergesi olarak inşa edilmiş fakat 6.yüzyılda büyük bir depremle yıkılmış. 1993 yılına kadar toprak altında kalmış ve daha sonra kazısı yapılmış. Çeşmenin bence en hayrete düşüren kısmı restorasyonundan sonra bile çeşme özelliğini koruması. Helenistik çeşmeden gelen suyla çeşme yapıldığı dönemdeki işlevini koruyor. Antik kent güzel, tarih içinde adım atmak, zihninizde sanki antik bir dönemde yürüyormuş gibi hayal edip gezmek paha biçilemez olsa da bir sonraki gün için enerji toplamak üzere kentten gözümüz arkada ayrılıyoruz.

İkinci gün, yolumuzu doğrudan lavanta kokan köye, Kuyucak köyüne çeviriyoruz. Buram buram lavanta kokusu içinde ilk önce köyü gezip tarlalara doğru yola çıkıyoruz. Gülden sonra lavantasıyla ünlü Isparta. İlk olarak Fransa’dan getirilip bütün köylüye dağıtılmış. Isparta’da temmuz aylarında olgunlaşan Lavanta için gezilecek en uygun tarihlerde buradayız.

Şehrin İstanbul ile mayıs ayındaki gül hasadı turundakitaze gül kokusundan sonra lavantayı görmemek olmazdı elbette. Hepimiz fotoğraflarda görmüşüzdür aslında mosmor lavanta bahçelerini. Fotoğrafını bile görseniz burnunuza gelir lavantanın hafif keskin ama rahatlatan kokusu. Tarlaya adım atar atmaz anneannem geldi aklıma. Çamaşırların içine koyar keseli lavantaları, mis gibi kokutur. Burası tam öyle. Bir sürü arı, hepsi lavantalardan bal toplarken lavantanın kokusunu içimize çekerken, arıların sesiyle iliklerime kadar rahatladığımı hissettim. Her tarlada bir kapı, beyaz gelinliğiyle fotoğraf çektirmeye gelenler, süslü bisikletler, aklınıza ne gelirse..

Tekrar köye inip alışveriş yaptıktan sonra lavantalı bir Türk kahvesi içmeden gitmek olmazdı. Mutlaka denenmesi gereken bir lezzet.

Her şeyin lavantalısı var burada. Kahveden bala, yağdan sabuna, yastıktan havlulara… aklınıza ne gelirse. Bir de söylemeden geçmeyelim. Kuyucak artık her yıl epeyce turist çeken bir köy olmuş. Bu yüzden burada “Lavanta Kokulu Köy Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi” kurulmuş. Kuyucaklı teyzelerin küçücük tezgahlarında yaptıkları, el emeği göz nurukeselerinden mutlaka alın derim.

Bu güzel gezide Şehrin İstanbul farkında birbirinden harika yerler görüp, ciğerlerimizi mis gibi lavanta kokusuyla doldurduk. 2019 yılı Şehrin İstanbul Festival Turlarını dört gözle bekliyorum. Şehrin kalabalığından biraz da olsa kurtulup tarihle ve doğayla bizi yeniden bir araya getiren Şehrin İstanbul ailesine, orada tanıdığım birbirinden değerli insanlara çok teşekkür ediyorum.

Reklam
Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Reklam